31 Mart 2011 Perşembe

SANTIAGO - ŞİLİ

2. GÜN   22 Şubat 2011


Eski Pinochet Sarayı
SANTIAGO

Şili Santiago ile ilgili ilk anım havaalanı ile ilgili. Uçakta gümrük için bir form dolduruluyor. Sorulardan birinde anınızda yiyecek bulundurup bulundurmadığınız soruluyor, varsa EVET hanesine X işareti koyuyorsunuz. kesinlikle bildirmeniz gerekiyor. Biz de X işareti koyduk.
Gümrükte bana gıdayı göstermemi söylediler, çantamdaki gofret ve çubuk krakeri gösterdim. ‘Geçin’ dediler. Arkadaşıma da göstermesini söylediler. Zavallı arkadaşım günde 5 badem hesabıyla getirdiği badem kutusunu, valizleri ve çantaları koklayan eğitimli köpekler arasında, başkalarının gözü önünde ve stres altında olduğundan, alt-üst ettiği valizinde bir türlü bulamadı. Ne aradıklarını bilen deneyimli gümrük görevlisi bayan ise şıp diye buldu. Badem kutusunu aldı çöpe attı. Yeniden form doldurduktan sonra ülkelerine girmemize izin verildi. Derin bir nefes aldık.
Genç, dinamik rehberimiz ve  bu tura katılan diğer 18 kişi ile beraber otobüsümüze bindik ve böylece Güney Amerika gezimiz başladı. Önce Santiago kenti turu yapıldı ve yorgunluktan bitap şekilde otelimize vardık.

Birkaç  fotoğraf molası ile yapılan şehir turlarını hiç sevmem, çünkü kent insanları ile direkt temas kuramadan, sağda şu var solda şu var derler, sen fotoğraf makineni hazırlayana kadar geçiverirsin. Fakat bu turda böyle olmak zorunda. Karada kalınan zaman çok kısa, en iyi organize bir şekilde hızla görmek!

Santiago deyince aklımda kalanlar :

1973 yılında askeri darbe yapan Pinochet tarafından bombalanan ve Salvador Allende’nin içinde öldürüldüğü  Palacio de La Monedo’dayı görmek beni gençliğime götürdü. Rahmetli Bülent Ecevit onu çok severdi, çünkü  Şili Güney Amerika’nın diğer ülkelerine örnek olma yolunda ilerliyordu. Türkiye’de taa buralardaki bir darbe için acı çekmiş, Allende’ye üzülmüştük. Binlerce insanın kanına giren Pinochet ise bu sarayı onarıp ülkeyi 1988 e dek insan haklarını ihlal ede ede yönetmişti.
İkinci duygusal anı ise, elin Şili’sinde Atatürk  için düzenlenmiş bir meydanda kabartmalı, Türkçe yazılı bir anıtı görünce yaşadık. Dost ülkede olduğumuzu hissettik, küçük Türk grubumuz gururlandı.

Aklımda kalan diğer görüntüler, gecekondular (teneke-evler), grafitiler, öğle tatilini kent parklarındaki ağaçların gölgelerinde dinlenerek geçirenler, Şili arokaryası denen çam ağaçları, yenilenen caddeler, meydanlar, oluşturulan bulvarlar, sayıları hızla artan cam gökdelenler, balkonları tropikal bitkilerle yeşertilmiş süper lüks beton yüksek apartmanlar, dünyaca bilinen markaların göze çarptığı alışveriş mağazaları. Meydanlar yine bildik görüntüler içeriyor, hediyelik eşya satıcıları, canlı heykeller, cansız heykeller, cafeler, turist grupları gibi.

Rehberin anlattığına göre And dağları okyanus havasının içeri girmesini engellediği için kışın çok hava kirliliği oluyormuş, yazın da nemli sıcak bir hava hakimmiş. Biz genelde klimalı otobüste olduğumuzdan bu bilgiye bir şey ekleyemeyeceğim.

Santiago'da bir meydan

 Her büyük kentte olduğu gibi,otobüsten indiğimiz yerlerde kapkaca dikkat etmemiz konusunda uyarıldık. Çantalarımıza yapıştık, kameralarımızı göz önünden ayırmadık, ancak hiç akla gelmeyen başka bir olay yaşadık. Grubumuzdaki bir bey, lüks bir semtte gidilen  lokantada çantasını sandalyesinin yanına bırakmıştı. Ayrılırken o çantanın kötü bir benzeri ile değiştirildiğini anladı. Neyse ki çantada yedek gömlek ve kazak gibi kişisel şeyler varmış, canı pek yanmadı. Ucuz çanta lokanta sahibine verildi. (Kim bilir belki de yeni gelecek bir turist grubunda yeniden ortaya çıkacak )

Canlı heykel

Canlı heykel



Bitince Güney Amerika'nın en yüksek binası olacakmış

Dikkatimi çeken dünya kentlerindeki yapı hırsı : en yüksek, en büyük, en geniş, en pahalı gibi.

Bir de tüm kentler giderek daha çok birbirine benziyor. Cam yüzeyli yapılar, kapalı alışveriş merkezleri, aynı marka cafeler, restaurantlar gibi.

Kültür farklılığı kalkıyor, onu bulmak için meraklısının kırsala gitmesi gerekecek.




Yolculuk yorgunluğunun üstüne 5 saatlik saat farkı da binmişti. Bari uyku saatlerini bir an önce düzene koyalım  diye uyumaya direnerek,gece yemekli  ‘Şili Folklor’ gecesine gittik. Şili demek ‘et’ demek. Hayvancılık çok ileriymiş ve etleri gerçekten güzel. Şarapları da giderek ünleniyormuş. 70 milletin bir araya geldiği büyükçe bir turistik mekandaki loş ortam, Amerikalıların başı çektiği bir şamata yeri gibiydi. 4 kişilik Türk grubumuzla mütevazi, fakat rehberimizin forsu sayesinde itibarlı bir gece geçirdik. Şili folkloru Güney Amerika’da İnkalar’ın yurdunda olduğumuzu hissettirdi ve bize fikren altyapı oluşturdu.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder