15 Temmuz 2011 Cuma

MALATYA-ERZİNCAN YOLU

KEMAH
Kemaliye’den, istemeye istemeye ayrıldıktan sonra, Karasu boyunca kuzeye doğru yol aldık. Yine bomboş denebilecek ıssız yollardayız. Bu kez manzaralara karlı dağlar güzellik katıyor.
Karasu boyunca ilerlemek, uzaklardaki Mercan ve Tecer Sıradağlarını görmek,  muhteşemdi.
Zirveli karlı sıradağlar Kemaliye-Kemah yolu
Kemaliye-Kemah yolunda Sıradağlar
Kemah
Kemah göründüğünde, insanın dikkatini kümbetler (anıt-mezarlar)çekiyor.
Emir Ahmed Mengücek Gazi (Melik Gazi) Kümbeti
Melik Gazi Türbesi ve diğerleri, Karasu ırmağı kenarında çevresine değer katan eski yapılar. Emir Ahmed Mengücek Gazi, melek gibi bir kişi olduğundan, böyle anılmış halk tarafından. Çok iyi korunmuş ve çevre düzenlemesi ile gençlerin buluşma yeri olmuş. Ben türbeleri gezerken, tarihi doku içinde kısır yapan neşeli kızlar grubuna rastladım. Kümbetlerin hemen yanında bir cami var. ‘Ölüm, ibadet ve günlük yaşam’ içiçe.  Bu doğallık harika.

Vikipedi’den bir alıntı: Kemah’ın Türklerin hakimiyeti altına geçmesi Malazgirt zaferinden (1071) kısa bir müddet sonra olmuş. Alp Arslan, Malazgirt zaferinden sonra kumandanlarından Emir Saltuk’a Erzurum ve havalisini; Emir Artuk Bey’e Mardin, Amid, Malatya ve civarını; Emir Danişmend’e Kayseri, Sivas, Tokat, Niksar ve Amasya’yı; Emir Çavudur’a Maraş, ve  Sarosu; Emir Mengücek’e ise Erzincan, Kemah, Şarki-Karahisar ve havalisinin fethedilmesini emretmiştir. Bunun üzerine Kemah, Erzincan ve ona bağlı yerleri zabteden Emir Ahmed Mengücek Gazi, Mengücek Beyliği’ni kurarak, müstahkem bir kaleye sahip bulunması dolayısıyla, Kemah’ı merkez yapmıştır.
Karasu, Kemah


MALATYA-ERZİNCAN YOLU

KEMALİYE
2011 yılı Mayıs ayının  son haftası,  Ege’den Malatya’ya oradan da Trabzon’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Alışılmışın ötesinde bir Anadolu ile karşılaştık.

Çiçek tarlaları ile kaplı Anadolu
Yağmurların Mayıs ortalarına kadar sürmesi, havaların serin gitmesinden olacak, Anadolu baştanbaşa ‘yeşildi’, çiçekliydi, yüksek dağlarının zirveleri karlı, gökyüzü masmavi, bulutlar enfesti.
Yollarda bizden başka in yok cin yok
Malatya’dan Trabzon’a, Arapkir, Kemaliye, Kemah, Erzincan, Gümüşhane, Torul  ve Zigana Dağını  izleyerek gitmeye karar verdik.
Manzaralar doyumsuz
Malatya’dan Erzincan’a bu yoldan  ilk kez geçecektik. Yolumuz üzerindeki yerleşim yerleri hakkında hiçbir bilgim ve fikrim yoktu. Genelde önce bilgilenir, sonra giderim. Bu kez önce gittim, sonra bilgilendim.
Keban barajı-Karasu ırmağı ile dolan vadiler
Sanki off-road’daydık. Yollar bomboş, çevre alabildiğine ıssız ve vahşiydi. İlçelere giden bir iki minibüs dışında bir araca rastlamadık.
Vali Recep Yazıcıoğlu Köprüsü

Keban barajı kıyısı boyunca yolları süsleyen çiçekler
Arapgir’den  Kemaliye’ye giden yolun sağında Keban barajını besleyen ırmaklardan Karasu’nun oluşturduğu vadileri doldurmuş su bulunuyor. Çiçeklerle bezenmiş doğa ve bu baraj gölü,  harika manzaralar oluşturuyorlardı. Sık sık durup bu güzellikleri sindirmek istiyorduk.
Baraj gölünün vadilerdeki görünümü

Kemaliye
Derken Kemaliye’ye vardık. Burası hakkında hiçbir fikrim yoktu. Önce hemen girişte bir kule-cafe çekti dikkatimizi. Merdivenlerle çıkılan, manzarası izlemeye değer bir yer, ancak merdivenleri çıkmak zor olmalı. Sonra, yerleşim yerine yaklaşınca bir cami gördük.  Mimarisi oldukça dikkat çekiciydi.
Kemaliye'de cami
Orada Kemaliye’nin  merkezini soruyor ve aracımızı park ediyoruz. Birden şaşkına dönüyorum. Nepal’de gördüğüm, olduğu gibi korunmuş, Unesco dünya ortak kültür mirasına alınmış,  üç kent geliyor aklıma.   Sanki burası da öyle bir yerleşim yeri! Sokaklar boyu değişik bir mimari tarzında yapılmış evler, dükkanlar, lokantalar, meydanlar, resmi binalar,  görüyoruz. Çarşısı olağanüstü güzel! Utanıyorum bilgisizliğimden. Bol bol resim çekiyor, gezi bitiminde buraların tarihini, kültürünü öğrenmeyi aklıma koyuyor ve bu güzel yörenin tadını çıkarmaya bakıyorum.
Kemaliye çarşısı

Kemaliye Belediyesi
Güzel bir yemek sonrası, çay içtiğimiz yerde, Kemaliyelilerle yaptığımız sohbet sırasında görülmeye değer bir mahalleden söz ediyorlar. Kısıtlı zamanımıza karşın, şimdiye dek gördüklerimize bakarak, orayı görmeden gitmeyi göze alamıyoruz.
Dik bir eğimle akan Coşkun Su

Lökhane
İyi ki de öyle yapmışız. Daracık ve inişli-çıkışlı sokaklarında pek çok bu değişik mimari tarzında yapılmış, bazıları aynı tarzda yenilenmiş, evler, camiler, dükkanlar, değirmen vs. gördük. Lökhane (yöreye özgü bir tatlıymış: dut ve cevizin dövülmesiyle yapılıyormuş. Maalesef biz tadamadık, Lökhane öğle namazı nedeniyle kapalıydı, epeyce bekledik ama yolumuz uzundu ve gitmek zorundaydık) ve lökhanenin hemen yanındaki ‘coşkun su’, ahşap evler, pencereler, kepenkler, kapılar, kapı aksamları bizi mest etti.
Kemaliye'de cami ve sağda fırın
Bu yapıların halen kullanılıyor olması, penceresinde, kapısında birilerinin olması insanı daha da etkiliyor.  Bu evlerde oturanları kıskandım. Ben de böyle ‘özel’ tarzı olan bir yerde doğup büyümek isterdim. Kemaliyelileri kutlarım günümüze değin kültürlerini yaşattıkları için, evlerini yıkıp betonlaştırmadıkları, korudukları için. Kendilerine güzel evler yapmayı bildikleri için.
Bu arada, her yerde olduğu gibi, Kemaliye’de de günümüzde Toki binaları yükselmiş! Ne önünde durulası, ne de fotoğrafı çekilesi bir mimari tarzı ya da görünümü var bu çok katlı betonarme yapıların!
Geride Karanlık Kanyon yaya patika yolu
Burada bir şaşkınlığı da, ‘Karanlık Kanyon’ yazısını görünce yaşadım. Burada tarafımdan keşfedilmemiş bir kanyon varmış! Olmadı, Kemaliye’yi bu kadar görmek kesinlikle bana yetmedi.
El emeği ile açılmış dağ tünellerinde doğal ışıklandırma bile düşünülmüş. Elveda Karasu.
Kemaliye’ye bir kez daha gitmeliyiz.  İlk fırsatta, orada kalarak, acele etmeden, daha fazla keşfetmeliyiz.
Eve döndüğümde,  çektiğim resimlerden birinde Vali Recep Yazıcıoğlu’nun yapımına önayak olduğu köprünün de olduğunu öğrenince, dövündüm diyebilirim. Bilgim olsaydı, bu anı başka türlü yaşardım: en azından o köprünün üzerinden geçer, durur, saygıyla anardım onu!
Kemaliye bekle, yine geleceğim kısmetse!

NOT:
Eski adı sarp anlamında Eğin’miş. Atatürk savaş sonrası Ankara’da ciddi bir muhalefetle karşılaşınca, Eğinliler ‘hemen 500 atlı ile geliyoruz yardıma’ demişler . Bu davranışları ile Atatürk’ün takdirini kazanmışlar ve Atatürk  Eğin’e bakanlar kurulu kararı ile kendi adını vererek onurlandırmış onları. Fazlası için bkz. www.vikipedia.com


12 Temmuz 2011 Salı

DOĞU KARADENİZ

ZİFİN-KUMAR  SAFARİ  2011
Yaşamı ıskalamamak  için, '80 lerde, her yıl yeni bir yer görmeye karar vermiştik. Olanaklarımız el verdiğince. Bir yıl Akdeniz, bir yıl Karadeniz gezisi yapacaktık. İlk gezimizi Akdeniz'e yaptık. Ailecek. Bir gün tarihi yerler, bir gün deniz keyfi mantığıyla. Kaş'dan Alanya'ya dek gittik. Muhteşemdi.
Ertesi yıl, Karadeniz’e  gittik. Çadırlı kamp yaptık. Yöreyi çoluk çocuk günübirlik gezilerle tanıdık.  Doğu Karadeniz demek, eşsiz güzellik, doğal sevgi dolu insanlar, özgürlük, macera, yağmur, sis, soğuk, mıhlama, kuymak, mezgit, tereyağ, yufka tatlısı, sütlaç…demek.
Tadı damağımızda kaldı. Herkese ballandıra ballandıra anlattık: Nasıl dere kenarında kamp kurduk, neler pişirdik, nasıl derelerde kap kacak yıkadık, saatlerce nasıl yürüdük, yorulduk vs.
Ertesi yılı iple çeker olduk. Akdeniz'i unuttuk. Hep Doğu Karadeniz'e gittik. 1970 lerden buyana gidiyoruz, doymadık, doyamayacağız da.
Önce kıyılarını keşfettik, sonra orman içlerini, sonra yaylalarını, dağlarını, göllerini,şealerini, buzullarını, çiçeklerini, ağaçlarını, kelebeklerini, hayvanlarını…
Alp’lerde, And dağlarında, Himalayalar’da olmaktan  farksız.
Üstelik kendi ülkemiz, kendi insanımız.
Bunca yıl sonra geriye baktığımda, yaşamıma anlam katan an’ların buralarda geçirdiğim zamanlar olduğunu görüyorum. Doğu Karadeniz gezilerinin sayısını arttırdık: Haydi ilkbaharını görelim, haydi sonbaharını, haydi kışını derken aklımız hep oralarda...
Orman altı bitki örtüsü : Kumar ve Zifin çiçekleri

Son yıllarda, Doğu Karadenizlilerin deyişiyle, zifin (sarı ağu, rhodedendron luteum) ve kumar (orman gülü, rhododendron ponticum) ağaçlarının açtığı günlerde dağlarda olmaya merak saldık.

Bu dönemi kaçırdığım yıllara acıyorum şimdi …


Mayıs ortası ile Haziran ortası arasında açıyor bu çiçekler. O yılın hava koşullarına, yağmur ve güneş durumuna göre. ‘Doğa dediğin böyle olur’ der gibi.
Ülkemizi çirkinleştiren bir milletiz. Bu konuda üstümüze yok. Nerede 70’lerin (ki daha öncesi bir efsane gibi anlatılıyor) Doğu Karadeniz’i ?? Giderek çirkinleştiriliyor. Biz, bu yıkımdan, güzel anılar kaçıranlarız.



Kampımız

İlk gün kampımızı kuruyoruz. Herkes öylesine uzmanlaşmış ki, herşey bir çırpıda yoluna giriyor, çadırlar kuruluyor, yağmur tentesi geriliyor, kamp ateşi yakılıveriyor.
 Kamp ateşimizde kızartılan ekmekler, teneke içinde nar gibi kızartılan tavuklar, enfes kuymaklı, ballı kahvaltılar normal ölçülerimizin çok üzerinde tüketiliyorlar, koyu sohbetler sırasında. . .
akşam yemeği için hazırlık

Üzerine teneke geçirdiğimiz tavuklar pişiriliyor

Ve teneke içinde kızartılmış tavuklar

Kamp yaşamını zevk edinmiş küçük grubumuzla çevreye geziler, yürüyüşler, düzenliyor, fotoğraf çekerek  o an’ları ölümsüzleştirmek istiyoruz…
Kumar çiçekleri ve tomurcukları


Bir anda sis içinde kaldığımız orman yolu
Dertler, tasalar, iş, güç, sorumluluklar bir süreliğine de olsa çook gerilerde bırakılıyor.
Güzellikler, sis, yağmur, güneş, coşkun akan dereler, lezzetli dağ suları, çiçekler, çiçekler, çiçekler,  dostluk, mutluluk, yağmur sesi, gök gürültüsü, kuş sesleri, huzur yanı başımızda.


Orman zonu bitiminde zifin çiçekleri ve dağlar


zifin çiçeği


yağmur sonrası su damlalrı güzel görüntüler oluşturuyor


Zifin zamanı Doğu Karadeniz


Yol boyu kumar ağaçları sanki ellerini uzatmış size bu enfes çiçekleri sunuyorlar

19 Haziran 2011 Pazar

RIO DE JANERIO

17-18-19.GÜN      09-11 MART 2011

Orta okul yıllarımda, bir öğretmenim, ‘dünyanın en güzel kenti Rio de Janerio’dur; görmenizi isterim’ demişti bir derste. Bu sözünü hiç unutmadım. Ben, dünyaca ünlü pek çok kent görmüş ve ‘hiçbirini  İstanbul’a değişmem’ sonucuna varmıştım.  Acaba Rio de Janerio  bu yargımı değiştirecek miydi? Hocam haklı mıydı ?
Gemiden ilk foto: Corcovado tepesi ve Favela
Sabaha karşı,  0300 sıralarında yoğun bir müzik ritmi ile uyandım. Hepimizin bildiği ‘samba’nın kıvrak ritmi ile. Hemen balkona koştum. Hava karanlıktı. Yavaş ve sessiz biçimde rıhtıma yanaşıyorduk. Samba çalan enstrümanların sesleri giderek artarken havai fişekler de atılıyordu. Brezilya’nın 14 samba okulunun yarıştığı, dünyaca ünlü Rio Karnavalının son günüydü. Arkadaşım ile ben karnaval yerindeki (sambadrome)  atmosferi -ucundan - yalnızca duyarak da olsa birazcık yakalayabilmiştik. Bir gün önce gelseymişiz, harika olurmuş !
14 gün süren deniz yolculuğu burada bitmişti. Türk gurubumuzla, Star Princess cruise gemisinden mutlu anılarla ayrıldık.
Tarih müzesi önünde grafiti resimler

Copacobana Place
 Doğruca Copacabana Plajında, Madonna gibi ünlülerin kaldığı ‘Copacobana Palace’ın yan tarafındaki otelimize transfer olduk (Yani, o sırada Madonna da orda olsaydı da, o ve biz plaja bakıyor olsaydık, aynı manzarayı görecektik, konfor farkı başka tabii !).
Copacobana plajı


Copacabana plajının diğer tarafı
 Bize otelin çatısında sunulan ‘hoş geldin’ kokteyline katıldık. 4 km uzunluğunda olduğu söylenen Copacabana plajı ve Atlantik Okyanusu manzarası harikaydı. Kırmızı şemsiyelerin dikkat çektiği plaj, bizesöylendiğine göre, insanlar günlerdir festivalde yorgun düştüğü için böyle tenhaymış. Plaj boyunca, kumsalı caddeden ayıran,  siyah ve beyaz taşlardan oluşturulmuş kaldırım mozaiği, siyah ve beyaz insanların burada uyum içinde yaşadığını simgelemekteymiş.

Rio’dan aklımda kalanlar :
Hava : Sıcak ve nemli .
Corcovado Tepesi : Üzerinde, 1926-1931 yıllarında yapılmış, elleri ve yüzü ördek derisinden olan ünlü 38 metre yüksekliğindeki İsa heykeli (Christ de Redeemer) bulunuyor. Buraya İsviçrelilerin yaptığı monorail ile çıkılıyor, tropikal orman içinden. Trene binebilmek için bazen uzun saatler beklenebiliyor. Biz heykelin olduğu platforma vardığımızda hava açıktı ve heykeli arkadan net görebildik.

Corcovado tepesindeki İsa heykeli
 Dileğim, buradan Rio de Janerio  kentine doyasıya bakabilmek  ve yerleşimi topografik olarak inceleyebilmekti. Ne mümkün! Bi anı fotoğrafı çekinceye kadar sisin içinde kalıverdik.

Bir anda gelen sis ve İsa heykeli
  
Sisin açılmasıyla ortaya çıkan manzara
  

Corcovado tepesine çıkan trenler

 70 milletten ziyaretçi aynı ağızdan bi ‘aaaa’ çektiler. Bu ziyaretçiler, gemidekilerin tersine, gençtiler. Arkadaşıma ‘ooh valla, sisi boşver, çevrene bak, gençlere bak, içim açıldı. Sonunda huzurevi ortamından çıktık, normale döndük, yaşasın!’ demeden edemedim.
O anda orada bulunan herkes, elinde fotoğraf makinesi, video kamerası, cep telefonu hazır sabırla bekleşiyor, sis yarım ya da bir saniyeliğine açılacak gibi olsa hemen bir enstantene yakalama derdine düşüyordu.
 
Corcovado tepesinde sis ve sabırla bu anı bekleyenler
Sisin açılır gibi olduğu anlarda gördüğüm Rio de Janerio manzaraları gerçekten muhteşemdi. Bu kenti özel kılan,  nehir, koy , adalar, kumsallar ve ilginç tepelerin oluşturduğu konumu.  Bulutların kattığı değeri de göz ardı etmemek gerek. Hocamın etkilenmekte haklıymış!
Sugar Loaf tepesi : Rio de Janerio manzarası izlemek için uygun diğer bir tepe. İki aşamalı bir teleferik ile çıkılıyor. Sis burada da manzarayı görmeye engel oldu. Dönüşte tam birinci teleferikten inmiştik ki, ne görelim, Sugar Loaf tepesi sisten arınmış, pırıl bir hava ile bize arkamızdan gülümsüyordu. Söylenceye göre, yerliler buraya 2.tepe anlamına Su-Kar derlermiş, Portekizliler ‘Sugar’ olarak anlamış ‘Sugar Loaf’ (Şeker Çuvalı) demişler.
Sugar Loaf tepesi ve teleferik

Maracana Stadyumu: Copacabana ve Ipanema (I=Su,  Panema=Tehlikeli demekmiş, yani Tehlikeli sular) plajlarında çıplak ayakla futbol oynayan insanların ülkesinde bu stadyum çok önemli. Şimdilerde stadyum 2014 yılında yapılacak Dünya Futbol Şampiyonasına hazırlanıyor.
Costa e Silva Köprüsü: Guanabara körfezini birleştiren,1974 de açılmış, 13,5 km uzunluğunda ve sekiz şeritli bir köprü.
Körfezin iki yakasını birleştiren köprü

Katedral : Modern ve çoook büyük. Ben bu  mimari tarzı sevemedim.
Modern Katedral

Sokakta eşinin bacakları arasında güvenle uyuyan bir çift

Favela : Kentin varoşlarına böyle deniyor. Rio'nun tepeleri dolduğundan  kent dışına doğru genişlemiş. Kentli tarafından istenmeyen, kölelikten özgürlüğe geçmiş fakat gidecek yeri olmayan insanların kent dışına itilmesiyle oluşmuş bu semtler.  Yoksulluk ve işssizlik buralarda suç oranlarını çok yükseltmiş. Turistlere yönelik suçlar ise son aylarda alınan önlemlerle (kameralar, sivil ve resmi turizm polisleri vs ) önemli oranda düşmüş. Bugün bu Favelalara turistik turlar düzenleniyor, iyi mi?
Copacobana plajında akşam pazarı

Stern :  Pırlanta, elmas ve yarı değerli doğal taşlardan mücevherlerin satıldığı ünlü mağaza. Rio’ya geldiğiniz andan itibaren haberdar oluyorsunuz. Billboardlar, zeplinler, otelde verilen broşürler, odanıza bırakılan davetiyeler, haritalar vs.den. Sizi ‘prezantabl’ bayanlar ve beyler yönlendiriyorlar. Otelinizden kendi araçlarıyla Ipanema plajındaki Stern mağazasına götürüyor, istediğiniz saatte geri getiriyorlar. Biz de gittik, alışveriş için değil!  Ipanema plajını ve o bölgedeki seçkin alışveriş yerlerini görmek için. Tabii, ayıp olmasın diye mağazayı da gezdik ve bilgi aldık. Hem de Türkçe hazırlanmış kulaklıklı mp3 çalarlardan. Elmasın doğadan çıkarılıp, bir takı olarak insanlara ulaşıncaya dek geçirdiği evreleri, işlenmesini,  kalite farklarının belirlenme ölçütlerini, tasarım odalarını, sergilenen saat, yüzük, küpe, bilezik, kolye vs sergilerini gördük. Satın almak istediğiniz bir ürün olduğunda size Türkçe bilen, daha doğrusu Türk bir satış elemanı bile sağlıyorlar.
Stern Mağazasının girişi

Pırıltılar göz kamaştırıcı, ama hiç deretepe dolaşmayı yeğleyen,  birine göre değil!
Brezilya’da, sıcak oluşu dışında, beni çeken çok şey var. Birkaç ay, Brezilyalı biri ile gezebilmek isterdim. Maalesef,  zamanla sınırlanınca üstünkörü bir fikir edinebiliyor insan.
Bu arada otelin TV sinden CNN deki haberleri izleyip kendimizi güncellemek istedik. Japonya'da deprem olmuş ardından da tsunami. İnanamadık, görüntüleri defalarca izledik. Çok üzüldük tabii, çok. Türkiyede de çok şiddetli fırtına olacağı bildiriliyordu. Etkilenmiştik, hepimiz artık hayırlısıyla sevdiklerimize kavuşmak istiyorduk. Ailelerimiz de bizler için endişelenmeye başlamışlardı.
Yine de ‘Fin del Mundo’ gezimiz güzel bir deneyim oldu. Aklım gidemediğim Iguazu Şelaleri’nde kaldı. Gerçi onu görsem bu kez, Machu Pichu diyecektim, onu da görsem Amazon Nehri diyecektim…
Galiba hep bir yerler eksik kalacak.  Kim bilir, belki de kalmalı !