19 Haziran 2011 Pazar

RIO DE JANERIO

17-18-19.GÜN      09-11 MART 2011

Orta okul yıllarımda, bir öğretmenim, ‘dünyanın en güzel kenti Rio de Janerio’dur; görmenizi isterim’ demişti bir derste. Bu sözünü hiç unutmadım. Ben, dünyaca ünlü pek çok kent görmüş ve ‘hiçbirini  İstanbul’a değişmem’ sonucuna varmıştım.  Acaba Rio de Janerio  bu yargımı değiştirecek miydi? Hocam haklı mıydı ?
Gemiden ilk foto: Corcovado tepesi ve Favela
Sabaha karşı,  0300 sıralarında yoğun bir müzik ritmi ile uyandım. Hepimizin bildiği ‘samba’nın kıvrak ritmi ile. Hemen balkona koştum. Hava karanlıktı. Yavaş ve sessiz biçimde rıhtıma yanaşıyorduk. Samba çalan enstrümanların sesleri giderek artarken havai fişekler de atılıyordu. Brezilya’nın 14 samba okulunun yarıştığı, dünyaca ünlü Rio Karnavalının son günüydü. Arkadaşım ile ben karnaval yerindeki (sambadrome)  atmosferi -ucundan - yalnızca duyarak da olsa birazcık yakalayabilmiştik. Bir gün önce gelseymişiz, harika olurmuş !
14 gün süren deniz yolculuğu burada bitmişti. Türk gurubumuzla, Star Princess cruise gemisinden mutlu anılarla ayrıldık.
Tarih müzesi önünde grafiti resimler

Copacobana Place
 Doğruca Copacabana Plajında, Madonna gibi ünlülerin kaldığı ‘Copacobana Palace’ın yan tarafındaki otelimize transfer olduk (Yani, o sırada Madonna da orda olsaydı da, o ve biz plaja bakıyor olsaydık, aynı manzarayı görecektik, konfor farkı başka tabii !).
Copacobana plajı


Copacabana plajının diğer tarafı
 Bize otelin çatısında sunulan ‘hoş geldin’ kokteyline katıldık. 4 km uzunluğunda olduğu söylenen Copacabana plajı ve Atlantik Okyanusu manzarası harikaydı. Kırmızı şemsiyelerin dikkat çektiği plaj, bizesöylendiğine göre, insanlar günlerdir festivalde yorgun düştüğü için böyle tenhaymış. Plaj boyunca, kumsalı caddeden ayıran,  siyah ve beyaz taşlardan oluşturulmuş kaldırım mozaiği, siyah ve beyaz insanların burada uyum içinde yaşadığını simgelemekteymiş.

Rio’dan aklımda kalanlar :
Hava : Sıcak ve nemli .
Corcovado Tepesi : Üzerinde, 1926-1931 yıllarında yapılmış, elleri ve yüzü ördek derisinden olan ünlü 38 metre yüksekliğindeki İsa heykeli (Christ de Redeemer) bulunuyor. Buraya İsviçrelilerin yaptığı monorail ile çıkılıyor, tropikal orman içinden. Trene binebilmek için bazen uzun saatler beklenebiliyor. Biz heykelin olduğu platforma vardığımızda hava açıktı ve heykeli arkadan net görebildik.

Corcovado tepesindeki İsa heykeli
 Dileğim, buradan Rio de Janerio  kentine doyasıya bakabilmek  ve yerleşimi topografik olarak inceleyebilmekti. Ne mümkün! Bi anı fotoğrafı çekinceye kadar sisin içinde kalıverdik.

Bir anda gelen sis ve İsa heykeli
  
Sisin açılmasıyla ortaya çıkan manzara
  

Corcovado tepesine çıkan trenler

 70 milletten ziyaretçi aynı ağızdan bi ‘aaaa’ çektiler. Bu ziyaretçiler, gemidekilerin tersine, gençtiler. Arkadaşıma ‘ooh valla, sisi boşver, çevrene bak, gençlere bak, içim açıldı. Sonunda huzurevi ortamından çıktık, normale döndük, yaşasın!’ demeden edemedim.
O anda orada bulunan herkes, elinde fotoğraf makinesi, video kamerası, cep telefonu hazır sabırla bekleşiyor, sis yarım ya da bir saniyeliğine açılacak gibi olsa hemen bir enstantene yakalama derdine düşüyordu.
 
Corcovado tepesinde sis ve sabırla bu anı bekleyenler
Sisin açılır gibi olduğu anlarda gördüğüm Rio de Janerio manzaraları gerçekten muhteşemdi. Bu kenti özel kılan,  nehir, koy , adalar, kumsallar ve ilginç tepelerin oluşturduğu konumu.  Bulutların kattığı değeri de göz ardı etmemek gerek. Hocamın etkilenmekte haklıymış!
Sugar Loaf tepesi : Rio de Janerio manzarası izlemek için uygun diğer bir tepe. İki aşamalı bir teleferik ile çıkılıyor. Sis burada da manzarayı görmeye engel oldu. Dönüşte tam birinci teleferikten inmiştik ki, ne görelim, Sugar Loaf tepesi sisten arınmış, pırıl bir hava ile bize arkamızdan gülümsüyordu. Söylenceye göre, yerliler buraya 2.tepe anlamına Su-Kar derlermiş, Portekizliler ‘Sugar’ olarak anlamış ‘Sugar Loaf’ (Şeker Çuvalı) demişler.
Sugar Loaf tepesi ve teleferik

Maracana Stadyumu: Copacabana ve Ipanema (I=Su,  Panema=Tehlikeli demekmiş, yani Tehlikeli sular) plajlarında çıplak ayakla futbol oynayan insanların ülkesinde bu stadyum çok önemli. Şimdilerde stadyum 2014 yılında yapılacak Dünya Futbol Şampiyonasına hazırlanıyor.
Costa e Silva Köprüsü: Guanabara körfezini birleştiren,1974 de açılmış, 13,5 km uzunluğunda ve sekiz şeritli bir köprü.
Körfezin iki yakasını birleştiren köprü

Katedral : Modern ve çoook büyük. Ben bu  mimari tarzı sevemedim.
Modern Katedral

Sokakta eşinin bacakları arasında güvenle uyuyan bir çift

Favela : Kentin varoşlarına böyle deniyor. Rio'nun tepeleri dolduğundan  kent dışına doğru genişlemiş. Kentli tarafından istenmeyen, kölelikten özgürlüğe geçmiş fakat gidecek yeri olmayan insanların kent dışına itilmesiyle oluşmuş bu semtler.  Yoksulluk ve işssizlik buralarda suç oranlarını çok yükseltmiş. Turistlere yönelik suçlar ise son aylarda alınan önlemlerle (kameralar, sivil ve resmi turizm polisleri vs ) önemli oranda düşmüş. Bugün bu Favelalara turistik turlar düzenleniyor, iyi mi?
Copacobana plajında akşam pazarı

Stern :  Pırlanta, elmas ve yarı değerli doğal taşlardan mücevherlerin satıldığı ünlü mağaza. Rio’ya geldiğiniz andan itibaren haberdar oluyorsunuz. Billboardlar, zeplinler, otelde verilen broşürler, odanıza bırakılan davetiyeler, haritalar vs.den. Sizi ‘prezantabl’ bayanlar ve beyler yönlendiriyorlar. Otelinizden kendi araçlarıyla Ipanema plajındaki Stern mağazasına götürüyor, istediğiniz saatte geri getiriyorlar. Biz de gittik, alışveriş için değil!  Ipanema plajını ve o bölgedeki seçkin alışveriş yerlerini görmek için. Tabii, ayıp olmasın diye mağazayı da gezdik ve bilgi aldık. Hem de Türkçe hazırlanmış kulaklıklı mp3 çalarlardan. Elmasın doğadan çıkarılıp, bir takı olarak insanlara ulaşıncaya dek geçirdiği evreleri, işlenmesini,  kalite farklarının belirlenme ölçütlerini, tasarım odalarını, sergilenen saat, yüzük, küpe, bilezik, kolye vs sergilerini gördük. Satın almak istediğiniz bir ürün olduğunda size Türkçe bilen, daha doğrusu Türk bir satış elemanı bile sağlıyorlar.
Stern Mağazasının girişi

Pırıltılar göz kamaştırıcı, ama hiç deretepe dolaşmayı yeğleyen,  birine göre değil!
Brezilya’da, sıcak oluşu dışında, beni çeken çok şey var. Birkaç ay, Brezilyalı biri ile gezebilmek isterdim. Maalesef,  zamanla sınırlanınca üstünkörü bir fikir edinebiliyor insan.
Bu arada otelin TV sinden CNN deki haberleri izleyip kendimizi güncellemek istedik. Japonya'da deprem olmuş ardından da tsunami. İnanamadık, görüntüleri defalarca izledik. Çok üzüldük tabii, çok. Türkiyede de çok şiddetli fırtına olacağı bildiriliyordu. Etkilenmiştik, hepimiz artık hayırlısıyla sevdiklerimize kavuşmak istiyorduk. Ailelerimiz de bizler için endişelenmeye başlamışlardı.
Yine de ‘Fin del Mundo’ gezimiz güzel bir deneyim oldu. Aklım gidemediğim Iguazu Şelaleri’nde kaldı. Gerçi onu görsem bu kez, Machu Pichu diyecektim, onu da görsem Amazon Nehri diyecektim…
Galiba hep bir yerler eksik kalacak.  Kim bilir, belki de kalmalı !


16 Haziran 2011 Perşembe

ATLANTİK OKYANUSU

ATLAS OKYANUSU’NDA
15. VE 16.GÜN     07-08 MART 2011  
Star Princess Rio de la Plata deltasında
Gemimiz  Montevideo-Uruguay’dan kalktıktan sonra, kırmızı renkli, çamurlu Rio de La Plata deltasından  sessizce yol alarak uzaklaştı.
Star Princess adlı  cruise  gemimiz İki gün Atlantik Okyanusu’nda kuzeye doğru ilerledi.
Güney Amerika kıtasının güney ucundaki serin, bazen soğuk, rüzgarlı, aniden değişen hava durumları yerini giderek ısınan, nem oranı yüksek, bulutlu bir havaya bırakmıştı.
Bu iki günlük deniz yolculuğu,  bizim Valparaiso limanından, hatta İstanbul Atatürk Havalimanından başlayan heyecanlı yolculuğumuzun geride bıraktığımız bölümünü sindirmemiz, kendimizi gideceğimiz yeni ülkeye (Brezilya) hazırlamamız için  ikinci bir mola niteliğindeydi.

Atlantik Okyanusu
Atlantik Okyanusunda ufuk
İki gün, balkonumuzun tadını çıkarmak, gemide yeni yerler keşfetmek, konferanslar dinlemek, eğlenmek, spor yapmak, alışverişe çıkmak, kahve, yemek, çay saatlerini telaşsız yaşamak,  güvertede güneş batışlarını izlemek, gece gösterilerine gitmekle çok çabuk geçti.
Tropikal yağmura, nemli ortama tanık olduk. Atlantik Okyanusunda ufka değin ne bir tekne, ne bir gemi ne de bir tanker vardı. Sanki Star Princess ve yolcularından başka  koca okyanusta başka bir deniz taşıtı yoktu!
Yaşlı annesi için endişelenen arkadaşım
Mutluyduk, huzurluyduk ve günlük kaygılardan epeyce uzaklaşmıştık. Ne var ki, ülkemizde bıraktığımız sevdiklerimizi artık daha sıklıkla anıyorduk. Gemiden haberleşme uydu aracılığıyla ve internet çok yavaş, o yüzden maliyeti de yüksek. O yüzden telefon görüşmelerini limanlardan yapıyorduk ve Rio de Jenario’ya varmak için saatler geçtikçe sabırsızlanıyorduk.

7 Haziran 2011 Salı

MONTEVIDEO

14. Gün     6 Mart 2011
Buenos Aires’den akşam saatlerinde ayrılan gemimiz gece boyunca Rio de la Plata (Gümüş Nehri) deltasında ağır hızda yol alarak sabah 0730’da Montevideo Limanına yaklaştı.
Gemimizin güvertesinden Montevideo'nun görünüşü
3.5 milyon nüfuslu Uruguay’ın başkenti Montevideo ve ülke hakkında genel bilgi edinmek için  akşam saat 1800’e kadar bir zamanımız olacaktı.
Uruguay'ın başkenti Montevideo limanı ve kent

Burada tur otobüsümüz ile önce Punta del Este’ye gittik, kalan zamanda da hızlı bir kent turu yaptık
 

Pampas bölgesinde beyaz kum tepecikleri

Uruguay, dörtte üçü Arjantin’de kalan ve Pampas denen bölgede bulunuyor. Pampas Güney Amerika’nın tahıl ambarı.  Dünyanın en büyük otluk alanlarından biri. Ürün yetiştirilemeyen yerlerde hayvancılık yapılıyor.  Buranın toprağı And dağlarından rüzgarlarla gelen mineraller ve nehirlerin taşıdığı alüvyonlar sayesinde çok verimli. Arazinin killi oluşu yüzünden de su geçirgenliği az, bu da bataklık ve göletlerin oluşmasına neden olmuş.  Böylece dünyanın en popüler kuş cennetlerinden biri haline dönüşmüş. Zaten Uruguay  ‘boyalı kuşlar’ demekmiş.

Gaucho yaşamını konu alan heykeller

Pampas’ın simgesi GAUCHO. Yani ‘yalnız kovboy’. Gaucho'nun atı, eğeri, ponçosu ve bir de bıçağı olurmuş. Boyunlarına bez parçası bağlar,  şalvar gibi bol pantolonlarının paçalarını  çizmelerinin içine yerleştirir, belleriine deri kemer ve bıçak kını takarlarmış.  Gaucholar çiftliklerden kaçan vahşi hayvanları yakalar, sonra da bunlarla yine çiftliklerden kaçan büyükbaş hayvanların peşine düşerlermiş..  Zor ve zahmetli bir yaşamları varmış. Gaucho ‘öksüz’ demekmiş yerli dilinde. Yaşamlarının  yalnızca kendi aldıkları kararlara  bağlı olduğu düşünülürse, bu ad yerini bulmuş. Gaucho zamanla  temeli basitlik olan bir ‘yaşam biçimi’ olarak değerlendirilmiş.Bu yaşam biçimine kafa yoran bir Avrupalı gezgin şöyle demiş: ‘bir de çatalı olsa tabak isteyecekti, tabağı olsa masaya gereksinim duyacaktı, masası olsa sandalye edinecekti ve böyle böyle bi dolu ev eşyası olacaktı.’
Uruguay’ı 1516 yılında İspanyol Juan Diaz Solis keşfetmiş ve gözünün gördüğü her yeri İspanya topraklarının bir parçası  ilan etmiş. Yerliler tarafından öldürülmüş. Solis buralarda altın bulamadığı için İspanya 60 yıl kadar buraları pek benimsememiş. Ne var ki sahiplenmek isteyenlere de izin vermemiş. Yörenin tek tepesinde bir kale inşa etmiş ve buraya ‘Montevideo’ demişler. Söylentiye göre deltada karaya  yaklaşırken bir gemici ‘dağ gördüm’ (Monte Video) diye bağırmış. Bugün ülke nüfusunun yarıdan çoğu burada yaşıyor ve neredeyse tamamı ya İspanyol, ya İtalyan kökenli.

Montevideo'yu kuzey ve güney diye ayıran sembolik kapı

Geniş caddeleri, düzenli planı, oturaklı yapılarıyla tertemiz ve modern bir kent. Diğer Güney Amerika ülkelerinin tersine hiç gecekondu benzeri yerleşimleri yok. Geçmişlerinde tüm Güney Amerika ülkelerindeki gibi karmaşa ve kanlı yıllar olsa da, 1918 yılında Jose Battle y Ordonez adlı devlet adamının çabaları ile hazırlanan sosyal içerikli anayasa ile diğer ülkelerin yapamadığını başarmışlar. Hatta sosyal reformları öyle ileri götürmüşler ki bugün dünyanın en sosyal ülkesi durumuna yükselmişler. İsviçre ve ABD bile bu düzeyin gerisinde kalmış. İşçi, yaşlı,  doktor- tedavi, boşanma hakları, tarım ve sanayi yatırımları insanlara endişesiz yaşama olanağı vermiş. Din ve devlet işleri ayrılmış, insanlara inanç özgürlüğü verilmiş. Mutlu bir halk . İmrendim valla.
Solis Tiyatrosu


Estadio Centenario : İlk dünya futbol karşılaşmalarının yapıldığı stadyum
Uruguay’da Punta del Este’ye giderken küçük bir bölümünü gördüğümüz Pampas  bölgesi hakkında fikir edindik. Punta del Este Atlantik Okyanusu’na uzanan birkaç koydan oluşan bir tatil beldesi. Son yıllarda gözde bir yer olmuş. Buenos Aires’de, deltaya taşınan çamur nedeniyle, denize girecek yer bulamayan varlıklı kesim burada villalar satın almışlar. Gökdelenleri, büyük otelleri, büyük ve bakımlı bahçeleri olan villaları, sahili ve alışveriş merkezleri ile her yerde görülebilecek bir yazlık yerleşim yeri.
 
 <><>
<>
<><>
Punta del Este'de villalar semtinde bir yazlık ev
 
Atlantik Okyanusu manzaralı daireler-Punta del Este











Okyanus dalgalarının tehlikesine dikkat çeken 'imdat' heykeli (5 parmak)
Atlantik Okyanusu ve Punta del Este Plajı

Punta del Este yakınlarında bugün müze olan Casa Pueblo’yu da ziyaret ettik. Carlos Paez Vilaro adında Uruguaylı bir ressam kendine Yunan adalarındakine benzer bir ev yapmış, sonra büyütmüş otele, daha sonra da müzeye dönüştürmüş. İçinde tabloları, vazoları, heykelleri sergileniyor. İlginç bir mekan olmuş.
Casa Pueblo'da anı defterine duygularını yazan küçük kız

Casa Pueblo: Uruguaylı ressam Carlos Paez Vilaro'nun evi-oteli-müzesi

Carlos Paez Vilaro'nun güneş tablolarından biri
 Akşam 1930 da Rio de Janerio'ya gitmek üzere Montevideo'dan ayrıldık. Kaptanımız, her yanaştığımız limanda olduğu gibi, ayrılış selamlamasını (geminin kornasını  3 kez çalmak) yapmadan sessizce ve yavaşca
yola koyuldu. Oysa yolcu olarak beklentimiz bu selamlamaların yapılmasıydı...

Rio de la Plata'dan sessizce ayrılış


1 Haziran 2011 Çarşamba

BUENOS AIRES

13. GÜN    05 MART 2011
BUENOS  AIRES
Bedenimizi ve ruhumuzu dinlendirmeye yarayan  iki günlük  deniz yolculuğundan  sonra Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e (BA) vardık.
Rio de la Plata  (Gümüş Nehri) Delta

Buenos Aires, ‘iyi  rüzgarlar’ demekmiş.  Rio Parana’nın  (Parana Nehri) deltası, yani Rio de la Plata kıyısında kurulmuş. Her ne kadar Rio de Plata ‘Gümüş Nehir’ demekse de nehrin gümüş renginde olduğu anlaşılmasın. Burası çamurlu, sığ ve kırmızı toprak renginde. Kıtanın içerlerinden pek çok nehir koluyla  taşınan bu toprakların nehre verdiği renk  Atlantik Okyanusu’ndan deltaya dönülünce  hemen farkediliyor. Gemilerin karaya oturmadan limana yanaşabilmeleri için ışıklı rotalar yapılmış ve bu görev deneyimli Arjantinli klavuzlarca yapılıyor.
Kongre Binası BA

1536 yılında keşfedildiğinde, malerya hastalığının yaygın olduğu, üç tarafını ağaçsız Pampas topraklarının sardığı bir bataklıkmış. Gemiciler nehrin yukarlarında gümüş bulacaklarını varsayarak buraya Gümüş Nehri demişler.


Gün ışığı ile açılıp kapanan çelik çiçek

Buenos Aires sonradan gelişmiş, o nedenle kentte koloni çağı mimarisi yok.19. yy yapıları için Fransız yapıları örnek alınmış. Bugün ise, genel eğilime bağlı olarak,  gökdelenler kenti. 11 milyon insanın çoğu çok katlı yapılarda oturuyorlar.

Trafiğe kapalı caddeler, alışveriş merkezleri, markalar, marka taklitleri satan seyyar satıcılar, ... herşey her büyük kentlerde görmeye alıştığımız gibi...arada bir Ekvador'dan veya başka yerden gelmiş  takı satan yerlileri görmek mümkün.

Yok yok bakkaliyesi gibi kiosklar ve Galeria Pacifico

Buenos Aires'de Obelisk'e bağlanan bir cadde
10 şeritli 9 Temmuz bulvarı dünyanın en geniş bulvarı.
Üstü kesilerek oluşturulmuş turist otobüsü, BA

Florida veya Lavalle caddelerinde piyasa yapmayı, bulvar cafelerinde uzun uzun oturmayı, et (steak) yemeyi çok seviyorlarmış. Mış diyorum çünkü sabah gelip, akşam kalkan bir geminin, yarım günlük kent turu alan yolcusu olarak, insan kendisi yaşayarak öğrenemiyor.

Palermo Parkı, Renkli çiçekli ağaçlarıyla sıcaktan bunalanlara gölge oluyor.
Buenos Aires parklarını süsleyen ağaçlar

Arjantin ve Buenos Aires’den aklımda kalanlar :
Eva Peron'un mezarı
La Recoletta Mezarlığı : Maria Eva Duarte de Peron (Eva Peron) ölümünden sonra tekrar evlenen kocasından ayrı, ailesine ait buradaki mezarında yatıyor.
Casa Rosada: Eva Peron burada  balkondan Arjantinlilere el sallamış

Casa Rosada : Pembe ev. Bu rengi sığır yağı, kanı ve kireçten oluşan sıvadan alıyormuş. Bugün de hükümet binası olarak kullanılıyor
St Martin Alanı :  Arjantin'in kurtarıcısı St Martin'in anıtmezarının içinde olduğu Metropol Katedrali. 

Bir efsane: La Boca'da top koşturmuş Maradona

Gemilerde artan boyalarla boyanan yoksul evleri turist çeken yere dönüşmüş

La Boca : Çok renkli evler, tango showlar, lokanta ve cafeler, müzik, resim, canlı heykel, turistler, neş'e, cümbüş burada. Hatta 10 numaralı formasıyla Maradona bile!
La Boca'dan bir ayrıntı


çakma Maradona turistlerle resim çektiriyor


Caminito Caddesi, La Boca



Arjantin denince ilk akla gelen : Arjantin Tango